Bir zamanlar küçük bi’ kızım vardı içimde. Hayatından mutlu, iyi bi’ aileye sahip. Ne kadar hastalıklı olsa da hayatından gayet memnun bi kız çocuğuydu o. Büyümek istemeyen Peter Pan’nın arkadaşıydı o kız. Heidi’nin de arkadaşıydı birlikte kırlarda koşarlardı heidi’yle rüyalarında. Taa ki büyüyene kadar büyümeden önce ne kadar mutluysa büyürken de o kadar mutsuzluklarla karşılaştı. Küçükken dünya gözünde yalnızca evinden, hastanesinden, doktorlardan, ailesinden, komşulardan ve bahçeden oluşan bi yerdi ama büyüdükçe dünyanın büyüklüğünü gördü. Dünyanın gayet büyük,savaşlarla,yalanlarla,doktordan çok hastalarla, gençlerden çok yardıma muhtaç yaşlılarla dolu olduğunu gördü. Büyüdükçe üzüldü. Büyüdükçe içini kinle doldurmaya başladı. İçindeki nefret o kadar büyüdü ki içine sığmaz oldu insanlara, hayata lanetler yağdırmaya başladı. Kaderin ona ve onun gibilere yaptığı haksızlar karşısında ezildi, büzüldü ve tekrar küçüldü onun küçülmesiyle birlikte kalbi de küçüldü ve içine en fazla dört beş şey zar zor sığabilecek boyuta geldi. O kalbine insanları sığdırmaya çalışıyordu ama hepsinden o kadar iğreniyordu ki onları kalbinde barındırmaktansa cehenneme yollamayı tercih ederdi. Böyle davranmak istemiyordu eski küçük kız olmayı çok özlüyordu ama beceremiyordu herkes ona o kadar haksızlık yapmıştı ki artık dayanamıyordu. Ona bi suçlu, bi günah keçisi lazımdı. Birini suçlamalıydı kendince. Ama kimi seçmeliydi? Annesi mi yoksa babası mı hayat mı yoksa kader mi? O bunların hiçbirini seçmedi o kendini seçti günah keçisi kendisiydi her şeyin suçlusu da kendisiydi. Eğer o olmasaydı annesi babası sevdikleri bu kadar üzülmeyecekti her şey onun suçuydu her şey onun suçu… Acaba gerçekten öyle miydi? Hayatta en nefret ettiği şey mazoşistlik yani kendine zarar vermekti. Kendi yaptığı suçlardan dolayı ağlayan insanlardan ölmek için sigara içenlerden, uyuşturucularda fayda aramaya çalışanlardan nefret ediyordu ama büyüdükçe onların haklı olduğunu keşfetti onlar haklıydılar çünkü başımıza gelen her şey bizim suçumuzdu ister kabullenelim ister kabullenmeyelim. Eskiden küçük mutlu olan o kız şimdi günah keçisini ağlatmaya ona eziyetler etmeye başladı. Kendi kendine ağlamaya başladı sonra bunlar sigarayı getirdi beraberinde. Hüzünlüydü eski küçük kız… Kendi kendinin hüznüydü. İçindeki küçük kızı özlüyor ama o kız artık çağırsa da gelmiyordu. Peki ya Yaratıcı? O nerdeydi? O bu kadar yalnızken o nerdeydi? Niye küçük kızını sahiplenmiyordu? “Hayat seni acıtsa da korkma bana sığın bana güven!” niye demiyordu? Eski küçük kızın bunun için de bi cevabı vardı: Yaratıcı onu terk etmişti. Ona binbir türlü yolla kendini göstermeye çalışmış fakat küçük kız onu görmeyince onun içinden çekmiş gitmişti… Yaratıcı çekip gitse de eski küçük kız onu seviyordu, çok seviyordu.bi’ gün Yaratıcı’nın tekrar onun yanına geleceğine inanıyordu. Çünkü Yaratıcı’nın onu terk etmesini de kendi suçu olarak görüyordu. Ne kadar haklıydı oysa? Başına gelen türlü şeyden sonra hayatın onu istemediğine karar verdi ve intiharının gerekliliğini düşündü insanları acıtıyordu yalnızca kendisini değil insanları ve içindeki küçük kızı da acıtıyordu. İstemese de bunu yapıyordu. Karar verdi. Ölmeliydi. Ama düşündü eğer hayat onu kabul etmiyorsa ve kendi kendini öldürürse Yaratıcı onu kabul eder miydi? Vazgeçti. Ve boşverdi. Ne kadar iğrenç bi hayatı da olsa, ne kadar ölmenin gerekliliğine de inansa, ne kadar kendine eziyet de etse yaşamalıydı. Gülümseyişinin ardına her şeyi saklamalıydı. Ve küçük kız… Onu da içine gömmeliydi