Yedi yıl olmuştu dans etmeyeli. Ayaklarım yaralı bereli değildi o zamanlar. Küçük beyaz ve yumuşaktılar. Esnektiler. Yarım saatlik bir dansta balerin bileklerime düşen iki tona yakın bir yüktü. Nasıl kaldırırlardı böyle bir yükü? Gülüyorum.
Şimdi tekrar eski haline dönmüştü ayaklarım. Öyle güçlü görünüyorlardı ki. Kremlenmiş, gerilmiş; dimdik ve esnek duruyorlardı.
Çok güçlüydü ayaklarım. O yırtılışında bileklerim tak sesini getirmişti. O çılgınca acıda bile duymuştum bu sesi.
Kaslarım upuzundu ve üzerlerini kaplayan deriyi gerip bırakıyorlardı. Sanırım biraz canım acıyordu bu hareketleri yaparken. Önce biraz ısınmalıydım biliyorum ama müzik beklemezdi ve acele etmekle ritmi bulmak arasında bir yerlerde soluklanmalıydım.
Bir sigara sardım kendime. Güzel kokulu parfümümü sıktım. Pembe ayakkabılarımı giyip küçük bir kız çocuğu gibi bileklerimde bağladım.
Heyecanlıydım.
Ellerim hala belim hizasında gergin bir yay çiziyordu. Sırtım dikti ama kibirli değil mağrur. Göğsüm dışarıda değildi, kalçam çıkık değildi. Dümdüzdüm. Derin nefesler çektim. Ayaklarımı kıvırdım hafifçe zıpladım. Sol ayağımla parmak ucuma kalkıp, müziğin rüzgarlarına kapılmasın diye saçlarımı topladım.
Müzik devam ediyordu.
Nefes alıyordum.
Hissediyordum.
Dönüyordum. Sağ kolum geri çekilin, geri çekilin dans ediyorum der gibi yarıyordu safları. Başım çaresizlikle sağa sola dönüyordu her ayak hareketimle. Büyük bir yük indirir gibi kalbime indi yumruklarım. Yere yığıldım… bacaklarımı yerin paralelliğine açıp küçük boynum üzerinde havaya kalktım.
Kalbim çarpıyordu deli gibi….
Hayat
Bu olmalıydı hayat…
Dans ediyordum.
Nasıl güzel kumsallardan geçti balerin parmak uçlarım. Nasıl çamurlarda yürüdü. Nasıl battı taşa toprağa. Nasıl susadı yabancı şehirlerin kaldırımlarına. Ne kadar büyük bir şölendi bu içimde yarattığım. Ayak bileklerimle ruhuma coşkuyu anlattım.
Bende sevdim. Çok sevdim gün ışığını. Bende uçmak istedim küçük bir çocukken. Bende özledim toprakları koklamayı ve var gücümle parmak uçlarıma kalkmayı. Ellerimi havaya kaldırıp biraz daha elma versene bana tanrım ne olursun dedim. Biraz daha istiyorum ruhumun sularından. Biraz daha versene tanrım…
Dev bir kalp attım uzaklara var gücümle. Kapandım. Parmak uçlarımda kalktım. Belimden bir tutan olmadan kalktım. Döndüm kendi etrafımda, güldüm. Ne kadar güzeldi ayaklarım. Ve bu sigaram ne kadarda güzeldi.
Müzik dönmeye devam etti. Benim gibi. Kaçırmamalıydım. Hızlandım. Ellerimi tavana kaldırdım. Bileklerim üzerinde dönüp kendimi soğuk betona bıraktım.
Tanrım. Kan olmuştu her yanım.
Sigaramdan son bir nefes aldım.
Yarın asla gelmeyecekti biliyordum. Ve bu mutluluk asla bitmeyecekti. Binlerce yıl sonra bize ulaşan bir yıldızın son ışıkları bile olsa sevecektim mutlu olmayı. Gece çökmeden aynadaki bana, sevgi ve şükranlarımı sunmalıydım. Bir de dua etmeli ve tanrıma onu ne kadar çok sevdiğimi söylemeliydim.
Yıllar sonra belki ilk kez böyle mutluydum.
İlk kez orgazmı sakinleştirici iğneler, kimyasallar yada burun kanamaları olmadan yaşıyordum. Dudaklarım bütün mutluluğuyla çekti içine dumanı.
Tanrım seviyorum seni. Biraz daha mutluluğundan verir misin bana. He? Lütfen birazcık daha alacağım yalnızca. Güven bana.
Çocuk gibi ayaklarımı sallıyordum. Söktüm etime geçirdiğim bütün tırnaklarımı. Toz toprak olmuş pembe ayakkabılarımla, söndürdüm sigaramı.
Gitar notaları ne kadar tatlı.
Hareket etmeden dans etmek ne kadar güzelmiş.
Ne güzel uçarmış kara bulutlar. Kapatırlarmış koca gökyüzünü. Yada sadece bizim görebildiğimiz gökyüzünü.
Ölmek istedim tanrım. Öyle çok istedim ki ölmeyi.
Yaşamak ve ölmek arasında bir fark bulmak istedim seni sorguladığım gecelerde. Hiç sevilmemiş bir insan tanrıyı sevdiğini nasıl söyleyebilmiştir tanrım? Ben kendimi hiç anlayamadım. Bana soluk almayı öğretiyor burun kapaklarım. Yalnız, tadımlık, dakikalık aşklarım. Dostlar dolu, aile dolu, doyumluk, sonsuz acılarım.
Tanrım.
Biraz daha verir misin bana güzelliğinden ve gücünden. Kurtuluş değil, şans istiyorum. Kurtarış değil güç istiyorum.
Ayaklarım ağrımıyor artık.
Mutlulukla doluyorum…
Hızlı ritimlerde hala dans ediyor ellerim, kollarım. Dans ediyor bacaklarım. İleri zıplayışlarımda açılıyorlar en ileri ve en geriyi gösterir gibi. Sonun ve başın aynı olduğunu anlatır gibi. Kollarım açılıyor havada bacaklarımla aynı hizada. Düştüğüm yerde kendi içimde kıvrılıyorum. kürek çekip, yüzüyorum. Bütün yabancılardan, bütün sorunlardan ve bütün karanlıklardan kaçar gibi gidiyorum. Sonun ve başın aynı olduğunu anlatır gibi.
Gözlerimi kapatıp, kendime avuç içlerimle maskeler yapıyorum. Neyden korkuyorum, neden utanıyorum.
Neden dans ediyorum?
Nedense her coşku anı böyle bitiyor. Başladığı gibi sakin. Sakinlikte, vahşi bir sessiz…
Müziğini dinliyorum tanrım. Senin yarattıkların içinde kendime bir rol biçip içinde kendi sahnemi kuruyorum. Bir yazarın kendi kitabında başka bir kitabı anlatması ve bu kitap içindede bir kahramanın yazar olması gibi.
Dans ediyorum. Yumuşak, narin ve ürkek darbelerle yürüyor parmak uçlarım. Kayıyor dar ipekler üzerimden. Bir şamanın eteklikleri hayalimde kurduğum gibi. Dünyadan daha hızlı dönüyorum daha hızlı, daha hızlı dönüyorum. Kahkahalar atıyorum.
Yaşıyorum.
Müziği bekliyorum. Soluk alıyorum. Derin derin. Kızarmış yanaklarım.
Yalnızım, sessizim. Hiçbir şey olarak, her şeyim var benim….
Mutluysam, mutlu olmalı diyorum.
Hoşça kal hayat.
Yaşamayı biliyorum ve ölmekle arasındaki farkı da anlamak istiyorum. Artık gidiyorum.
Beğendin mi oyunumu hayat? Şaşırdın mı?
Söylediğim zamanlarda beni ciddiye aldın mı?
Aç kapılarını tanrım geliyorum.
(çığlıklar atın kadınlar, sevgi sözcükleri duyulsun uzaklardan, yalnız dostlar bağırın, şarkılar besteleyin hiç tanıyamadığınız ben için, hiç duymadığınız,dinlemediğiniz ve okumadığınız)
Melekler düştü gökyüzünden ben gidiyorum diye.
Hadi tanrım kapılarını açmanı bekliyorum…
Çok bekledim. Çok hayat aldım ve hayat veremedim. Seni sevmeliyim.
Kalbimi almışlar. Bir avuç onu sıkıştırıyor. Bir başkası açıyor. Kim pes edecek? Açılıyor, kapanıyor, açı…
Araba sesleri, yağmur seslerine karışıyor. Göğüs kafesim bütün aç gözlülüğüyle havayı ağzına kadar doldurmak için çabalıyor.